Bugün 29 Ekim 2015 ve Cumhuriyet Bayramı.
Cumhuriyetin 75. Yılında Gazetemiz Malatya Yorum'da "İnce Düşünceler" köşemdeki bir cümlelik köşe yazımı seninle birlikte okurlarla da paylaşmak, daha sonra Ekim sonu üzerine bir şeyler yazmak istiyorum.
"Bu ülkenin harcında yel bile olamayanların Cumhuriyeti eleştirmeye hakları olamaz"
(29 Ekim 1998)
Ekim ayının sonu yaklaşırken hava daha da soğudu. Geceleri bazen sabaha kadar yağmur yağdığı oluyor. Oluklardan açığa akmadığından suyun şırıltısı değil, yağmurun fısıltılı gibi ince sesi duyuluyor. Kulak veriyorum gecenin sessizliğine, yağmurun sesinden başka ses de duyulmuyor. Bu sessizliğin ve yalnızlığımın ortasında sobadan yayılan ılıklığı duyumsarken, kapı açılsa da sen içeri girsen diye düşünüyorum. Düşüncemi oturtuyorum gerçeğime.
Yorgun yüzün, acılı gözlerin, zayıf bedenin beliriyor gözlerimin önünde. Bir ölü sessizliğinde geçip oturuyorsun karşıma. Gözlerini gözlerime dikerek saatlerce bakıyorsun. "Bak işte geldim" diyerek essizliği bozmanı bekliyorum. Ancak bir türlü konuşmuyorsun.
Ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemiyorum, kendimce varsayımlar üretiyorum.
"Hoş geldin" gibi geleneksel karşılama mı yapsam?
"Nerelerdeydin?" gibi sorulu bir karşılamamı yapsam?
"Neden bu kadar geç geldin?" diye sitem mi etsem?
"Ah. Seni ne kadar bekledim, seni ne kadar özledim" gibi beklenti ve özlem cümleleri mi kursam?
Acaba hangisini seçsem karşılama biçiminin?
Senin karşına ben gelseydim, sen hangi seçeneği seçerdin acaba?
Yorgunluğunu, kırgınlığını, acını, sitem ile karışık beklenti ve özlemini dile getirebilirsin elbette. Oysa ben durakladım ve bir türlü sana karşılık veremiyorum. Gelişine bile sevincimi belirtemiyorum. Karşımda öyle melül mahzun duruşuna nasıl sevinebilirim? Seni nasıl rahatça karşılayabilirim?
Uzaklara dikilmiş gözlerindeki donukluğun görüyorum ve bunun arkasındaki fırtınaları sezmem de yetiyor bana. İçinden kaynıyorsun, yanardağın magması gibi... Suskunluğumun, genç dalgaları yerinden oynatan fırtınalarını dindiremeyeceğini biliyorum.
Benim fırtınalarım kocaman ve durgun ve kıyılara, dalgakıranlara çarparak yeniden içime dönüyor. Bulutlara ulaşıyor, yağış oluyor, şimşek yıldırım oluyor. Düşüncelerimde yer eden bir olgu oluyor ve içimdeki durağanlık kalemimin ucundan dizelere, cümlelere, sayfalara yansıyor. Bazen de bağlamanın tellerinden geçip, boğazımda düğümlenen acıdan taşıp türkü oluyor.
Ne olursa olsun bir türlü sana doğrudan hitap edemiyorum. Seni beklemek ve geldiğinde beni böyle darmadağınık, acılı görmenin yaralaması bana yetiyor.
Ben de senin gibi, "Neden yanında değilim?" sorusunu bir türlü kendime soramıyorum. Bunu dile getirmediğim gibi pek çok konuyu da söyleyemiyorum. Ancak acının verdiği duyguyu duyumsuyorum. "Acının Destanı" şiirimi anımsıyorum;
Ölenler yazamadılar
Yaşayanlar yazmalı
Acı denen olgunun
Destanı yazılmalı
Acıyla başlar yaşam
Sürer acılarla
Yoğrulur insan eti
Daima acılarla
Acıyla başlamalı şiir
Sözcükler acıyla sıralanmalı
Erdemsiz olanlara
Gerçek acı tattırılmalı
Ölenler yazamadılar
Yaşayanlar yazmalı
Acı denen olgunun
Destanı yazılmalı
Süleyman ÖZEROL
10 Haziran 1981, Siverek
------------------------------
29 Ekim 2015, Ballıkaya
Süleyman ÖZEROL
Radikal Blog, 29 Ekim 2015