28 Kasım 2015 Cumartesi

Resim yapmaya mı karar versem?

Resim yapmaya mı karar versem?

Merhaba,
Dün not yazdım kendi kendime;
"Aramayacağım
Aramayacağım dedim ya!"
Sanki karşımda biri vardı da konuşuyormuşum gibi, kendi kendime yazıyordum. Sanki bir şey demişsin de böyle konuşmuşum gibi.
Oysa bırak konuşmayı altı gündür yazışmamıştık bile...
Uzun zaman oldu, belki de bana göre uzun zaman. Olsun, yazdıklarım ile ilgili görüşlerini almak istedim.
"Evet, uzun zaman oldu, aslında akşam düşündüm, kaç gün oldu acaba, o biliyordur dedim" diye yazmıştın. Elbette, ben her gün düşündüm. Sen de bir hafta... Bir mektup-deneme daha yazdım ama düzenlemem gerekiyor.
İşte yazıyorum.
"Erken gelişen ve olgunlaşanların, özellikle cinsel gelişimi erken olanların, yaşamı daha iyice tanımadan gençliğini yaşamadan evlenenlerin o günleri yaşamaya özlem duyması ve yaşamak istemesi olan durumlardan. Ancak o zaman halkın deyimiyle, 'hem başına hem de yaşına yakıştırılmayan davranışlar' olarak kabul edilecek ve yaşam yeni bir biçim alacaktır. Bu biçimlenmede yaşanacaklar yalnızca bireyi değil çevresini de etkileyecektir."
Gönderdiğim yazıyı değerlendirmeni istedim. Yazının ortalarındaki bu bölümün biraz özel olduğunu biliyorum ve de bunları okuyunca etkileneceğini de düşündüm. Zaten daha önce de yazıştığımız ve konuştuğumuz konulardı ama özel bakış açısını biraz genele indirgemeliyim elbette.
Amacım seni yaralamak, suçlamak ya da eleştirmek değil. Genel bakış açısında olan bazı yanlışlıkları dile getirmek isterken özel örnek vermemden kaynaklandı. Sonra yazdıklarımın bir taslak olması ve ikimizin dışında kimsenin okumadığını düşünüce de sakınca görmedim.
Her ne olursa olsun üzüldüğünü, kırıldığını, acı çektiğini duyumsadım ve de tepkini bekledim. Elbette ki tepkini de verdin ve geçen mektubumda beklediğim gibi düşüncelerini açıkladın. Diğer yandan fazla özel olduğunu da belirttin.
Tepkin ve üzülmenden dolayı ben de üzüldüm, acı çektim ve kızdım; sana değil, kendime.
Özür dilerim. Ben sana nasıl kızarım? Ben seni nasıl üzerim?
Senin mutlu olman ve güzel yaşaman için neler yapılması gerektiğini düşünen biri olarak bazı durumlardan söz etmek ve anımsatmak bekli de uygun olmadı. Ancak yaşananlar karşısında toplumsal düşünüşü göz ardı edemedim. Edemeyiz de. Bunu daha genel bir biçimde yazmalıyım, yarından tezi yok yazıma yeni bir biçim vermeliyim. Seni hiç mi hiç üzmemeye nasıl çaba göstereceğimi düşüneceğim. "Nasıl olsa da neşelendirsem?" diye de düşüneceğim.
Ha, "resim yapmaya mı karar versem?" demiştim ya, bunu gerçekleştirsem iyi bir şey olacak. Resim yapmaya büyük olasılıkla içten acılı gülümseyişli, durgun ifadeli Mona Lisa tarzı portrelerle başlarım sanıyorum. Belki doğa resimleri de olur. Bakarsın soyut çalışmalar da yaparım. Tıpkı geçenlerde bir fotoğraftan düzenlediğim resim gibi. Ne yaparsam yapayım senden bir parça olacak sanıyorum resimlerimde...

19 Kasım 2015, Ankara


Süleyman ÖZEROL
Radikal Blog, 27.11.2015

23 Kasım 2015 Pazartesi

Kadını yok sayanlar azınlığa düştüğü zaman...

Kadını yok sayanlar azınlığa düştüğü zaman...


Merhaba,

"En güzel zaman bahar dedim ya"

Dememe bakma,

Dört mevsim birbirinden güzeldir.

Sonbahar hazan,

Kış tufan,

Bahar ümit,

Yaz yaşanan...

Bugünlerde seninle daha sıkça konuşmak ve sana daha sık yazmak, biriken duygu ve düşüncelerimden bazılarını aktarmak istiyorum. Ancak senin geride durduğunu, yaklaşmak istemediğini görüyorum. Sanki geri çekilerek kaybolmak ister gibi bir halin var. Elbette ki özgür seçimin, nasıl istersen öyle hareket edebilirsin. Ancak ne kadar geri çekilsen, ne kadar kendini kaybetmek istesen de varsın. Nerede, hangi zamanda ve ne durumda olursan ol varsın. Maddesel olarak varsın, çünkü varlıksın. Düşünsel olarak varsın, çünkü düşüncemdesin.

Ülkemizde birileri cumhuriyet ve demokrasiyi bir türlü hazmedemiyor, çağdışı yönetimlere özlem duygularını dile getiriyorlar. Bunların özellikle kadına bakış açılarını görünce biraz daha ayrıntılı olarak yazma gereği duyuyorum.

"İsteseniz de istemeseniz de bizim gibi yaşayacaksınız" diye dayatmaları sürüyor ve kendilerini dev aynasında gören zavallılar konumundan bir türlü kurtaramıyorlar. Diğer yandan insan hak ve özgürlüklerini kendilerine göre düzenlemek ve kadının kul, köle gibi yaşamasını istiyorlar.

Düşünür, "Uygarlığın yaratıcısı kadındır" derken ne kadar uygun bir değerlendireme yapmış. Her şey ailede başladığına ve geliştiğine göre anne ilk öğretmendir ve insanı biçimlendiren temeldir. Biçimlenen insan, sokağa, okula, yaşamın diğer alanlarına çıktıktan sonra biçim üzerinde bazı değişimler olsa da o üç beş yaş arasında kazanılan temel davranışlar yaşam boyu etkili olacaktır.

Eğitimcilerin ana baba eğitimine çok önem verdiği günümüzde kadını amaçları uğruna aracı gibi görenler de aynı şeyleri düşünürler. Çocuklara dogmatik bilgilerin öğretilerek itaatkâr bir toplum yaratmak isteyenler araştıran, soruşturan, sorgulayan, hak arayan bir kuşağın yetişmesini elbette istemezler. Kadının her şeye aklının ermediğini ,"eksik" , "eksik etek" olduğunu öne sürmekten çekinmedikleri, yurttaş hatta insan olarak değer vermedikleri kadını amaçları için kullanmaktan çekinmeyenler onun saçının teli görülünce kıyametin kopacağını öne sürmekten çekinmezler. Modern ve çağdaş kadın yerine kul, köle kadın isterler. Uygarlığı yaratan kadını yok sayanlar ne zaman azınlığa düşerlerse o zaman kadınların daha mutlu olacağına inanıyorum.

Ve daha pek çok şey var anlatmak istediğim, şimdilik bunları yazdım. Senin bu konudaki düşüncelerini biraz olsun biliyorum. Ancak yeni şeyler söylemek isteyeceksen, onları da öğrenmek isterdim elbette.


12 Kasım 2015, Ankara


Süleyman ÖZEROL
Radikal Blog, 21.11.2015

İnsanlar bileşik kaplar gibidir

İnsanlar bileşik kaplar gibidir


Merhaba,

"Mektup, arkadaş gibidir" diye başlamıştım sana ilk yazdığım mektuplardan birinde. Yakın zamanda kime mektup yazsam hep bu cümleler ve de sen aklıma geliyorsun.

"Mektup, arkadaş gibidir. Göremediğin, görüşmediğin, uzakta kaldığın annenin, babanın, kardeşin, eşin, dostun, sevdalının arkadaşın yazılı sesidir.

Ne kadar güzel cümlelerle, ne kadar güzel haberlerle karşılaşırsan o kadar mutlu olursun. Sanki de yanındadırlar."

(Özlem'e Mektuptan, 16 Mart 2001, Malatya)

Sana yazdığım bazı mektupları şiirselliğinden dolayı şiir biçimine dönüştürdüm ve yayınladım. Zaman zaman okudukça hep seni anımsıyorum.

Biliyorum ki insanlar bileşik kaplar gibidir. Eksilen yanlarını doldurmak ve dengeyi korumak için çok çaba harcarlar. Eksilen yanlar dolmadıkça sorunlar bitmez. Fazla zorlanırsa da taşar, dökülür, saçılır. O zamanlarda sen de boşlukları doldurmak için tana kadar benimle yazışıyor ve konuşuyordun. Şimdi ise senin ve benim yerimi başkaları dolduruyor olmalı ki iletişim kurmuyor, bir selamı bile esirgiyorsun.

Handan Hanım beni sığınılacak bir limana benzetmişti.

Ilımansın ılgıt ılgıt baharsın

Bir bakarsın kasırgasın tufansın

En güzeli sığınacak limansın

Sen duygular adamısın şairim

Pakize Hanım'a bu şiirden söz ettiğimde babacan tavırlarımın özellikle derdini dökmek isteyenleri çektiğini anlatıp durdu. Birisi hiçbir şeyden anlamadığımı söylerken, bir başkası kendisine karşı "anlayışsız" olduğumu öne sürdü. Daha bir başkası her şeyi çok iyi kavradığımı ve anladığımı, önsezilerimin çok güçlü olduğunu belirtirken, bir başkası beni "köylülük"le suçladı!

Öyle ya da böyle hepsini toplarsak; dertliler, sorunlular beni buluyor diyebilirim. Onlara derman mı oluyorum acaba? Sanmıyorum, belki bir doktor olsam neyse. Ancak görünen bir şey var ki kapımı çalan çok. Yalnızca dertleri, sorunları olan değil, özellikle halk kültürü alanında ödev, tez hazırlayanlar, araştırma yapanlar, bilgi edinmek isteyenler de var. Çocukluğumun dokusunda var olan kalıtsal etkilerden resim yontu yapmam, müzik yeteneğim, el becerilerim, çok okuyup yazmam, güzel konuşmam, insanlara içten ve sıcak yaklaşımım önemli etkenlerden olmalı.

Kalbimin sağda oluşu, çok derneğe üye olmam ve daha başka özelliklerimi de katarsak ve hepsini birden toplarsak yine de bir adam eder diye düşünüyorum. Ya da hepsi bir adam ediyor mu desem? İşte hepsi bir adam eden ya da hepsini yapan bir adam olan ben, daha birkaç gün önce oksijeni bol olan Ballıkaya'nın dağlarında geldim ve kirli havalı başkentin caddelerinde, sokaklarında yalnız dolaşıyorum.

Acılı yüzler, donuk bakışlar, sahte gülüşler, fazladan boyalı kadınlar, upuzun topuklar, bazı erkeklerin kulaklarından sarkan küpeler, her köşe başında avuç açmış, "Allah rızası" diye yakaranlar ve daha pek çok şey. Ayak sesleri, araba sesleri, şarkılar, kuş sesleri, satıcı sesleri, ezan sesi ve daha pek çok ses bu kalabalıkla birlikte beni rahatsız ediyor. O kadar çok kalabalık ki bir sen yoksun.

Sesini ne zaman duyacağım diye bekleyip duruyorum. Göremediğimsin, dokunamadığımsın, duyamadığımsın, ulaşamadığımsın, konuşamadığımsın. Hayalimde biçimin yok, kokun yok, rengin yok, sen yoksun.

Ne demişti şair Ayhan Kırdar "Soyunuk Sonat" şiirinde?

Dikenli derelerinde bulanık sular

Bulanık sularda yüzen balıklar

Görün bir kez Tanrım görün artık

Yoksa unutacaklar



Gel görün, gel görün!

Gel, yoksa unutacağım.



Selam ve sevgilerimi iletiyor, yaşamında başarılar, sağlıklı günler diliyorum.



6 Kasım 2015, Ankara

Radikal Blog, 11 Kasım 2015

8 Kasım 2015 Pazar

En güzel zaman bahar dedim ya...

En güzel zaman bahar dedim ya...

1 Kasım 2015 günü seçim yapıldı. O gün sen de kendince bir seçim yaparak sanal dünyadan bir süre çekilme kararı almışsın. Ekim ayında ben de öyle yapmıştım ama bir gün bile dayanamadan gerdi dönmüştüm. Sen üç gündür dönmediğine göre daha kararlı ve dayanıklısın demektir. Dayanma gücünün olduğundan da bile bile pes etmek sana yakışmaz.

Geçen bu üç gün içinde zamanı nasıl değerlendirdiğini bilemiyorum. Ancak çalışan ve çalışkan biri olarak mutlaka gününü dolu olarak geçiriyorsundur. Çocuklarınla ilgilenmen, onları düşünmen de sana mutluluk veriyordur. Kendini çevrendekilerden soyutlaman belki de seni rahatlatacaktır. Ancak insanlar olmadan dünyanın yaşanılacak bir yer olacağını düşünemiyorum. İnsanların beğenileri, biçimlendirmeleri, değerlendirmeleri dünyayı değiştiriyor. Bazı müdahaleler elbette ki dengeleri bozuyor, ancak müdahale olmadan da dünya çok gelişmiyor, değişmiyor.

Doğal dengeyi korumak kolay mı ve yetiyor mu? Elbette ki kolay değil ve yetmiyor. "Beyni doymayanın karnı doysa ki ne olur?" diye sormuştum yıllar önce, hala bunun yanıtı tam olarak verilmiş değil. İnsanın midesini doldurması yetmiyor ve farkını göstermesi gerekiyor; sanat ile.

Güzel konuşuyorsun, güzel cümleler kuruyorsun, şiir yazıyorsun, doğal güzelliklere değer veriyor ve koruyorsun. Bir zamanlar tek başıma dağlara yaylalara giderdim, yirmi yıla yaklaştı gitmiyorum. Sonra yalnız gezmenin sakıncalarını da anladım. Yalnız gezmek olumlu bir eylem değil, insanın yanında en az bir kişi daha olmalı.

Bir bahar gel, birlikte dağları, yaylaları, kayaları gezelim. Sivrice'den Dalkayalar'a, İki Ağızlı Mağarasından Geyik Mağarasına, Kurşaklı'ya, Ballıkaya'dan büyük Mağara'ya, Barık'tan Kuşboku'na, Sayağlı'ndan Yataktaşı'na, Alaçayır'dan koyaklara, Karadoğan'dan ya da Mastik'ten Darıderesi'ne.

İkinci gün İki Ağızlı Mağarasının yanından kayaların üzerine çıkalım. Üstü masa biçiminde olan peribacasından diğer peribacalarına, Kurşaklı'nın batı yanında duvar gibi yerde bulunan küçük iki mağaraya, Ballıkaya'dan Kayabaşı yurtlarına ve kuyuya, oradan da Pir Sultan'a ve geri dönüp Barık'tan aşağı Kayadibi'ne inip Mezireme'ye.

En güzel zaman bahar dedim ya, sen Mayısın ortalarında gel. Hatta 19 Mayıs sıraları, Gençlik ve Spor Bayramı, hala bayram kaldı ise. Hele de Barık'ta bol su akıyor ise gökkuşağı mutlaka oluşur. Seyrederiz, altından geçeriz, fotoğrafını çekeriz, oturup şiir yazarız duygusallığımızla. Oradan köyü seyreder çocukluğumuza döneriz.

3 Kasım 2015, Ankara

---------------------------
Süleyman ÖZEROL
06 Kasım 2015 Radikal Blog