13 Temmuz 2016 Çarşamba

Doğa ve İnsan Birbirine Gerekli...

Doğa ve İnsan Birbirine Gerekli...
Ballıkaya 10.09.2015
Süleyman ÖZEROL

Merhaba,

Yeniden mektup yazacağımı belirtmişim. Dün akşam başlangıç yaptığım mektubu bugün tamamladım.

Dün gökyüzünün rengi gri kırmızımsı bir renk almıştı. Önceki gün de evin önündeki üzüm asmasının üzerinden, ceviz dalları arsından görünen güneydoğu yönündeki dağlar güneşin batmasına karşın hala sis altında gibi görünüyordu.

Suriye’den gelen çöl fırtınasının yarattığı toz bulutunun buralara kadar etkili olduğu öne sürülüyor.

“Toz bulutu güney illerini sarıya boyadı. Suriye'den gelen toz bulutları Türkiye'nin güneyindeki illeri sarıya boyadı. Toz bulutu nedeniyle nefes almak zorlaştı, bazı vatandaşlar maskeyle dolaştı, uçak seferleri iptal edildi.”

Toz bulutunun Hatay, Adana, Gaziantep, Adıyaman, Kahramanmaraş başta olmak üzere iç bölgelere kadar yayıldığı anlaşılıyor.

Bu sis, bu kirli hava aklıma 24 Temmuz 2015 günü Bicir Kültür Merkezi Cemevi açılışına yaşadıklarımızı anımsattı.

Akşamüzeri dönerken bindiğimiz araba Hekimhan-Arguvan yol ayrımına girince yolun ortasını işgal etmiş gibi pek çok araç gerecin bulunduğu ortamda önümüze yüklü bir kamyon direksiyon kırdı ve tartıya girdi, neredeyse çarpışacağız. Yoldan ve şantiyeden kalkan toz dumandan göz gözü görmüyordu.
Bu şantiyenin yolu ve çevreyi ne kadar olumsuz etkilediği ve hemen her gün burada sorun yaşandığı öne sürülüyor. Daha üç gün önce aynı yoldan gidip geldik, hatta fotoğraf da çektim. İlçede burada bir kaza olduğu, yetkililerin uyarıldığı da söylendi.

Yoldan geçerken arabanızın camı açıksa tozdan boğulur duruma gelirsiniz mutlaka. Arabanızın rengi koyu ise birden bire beyaz ya da gri bir renk aldığını görürsünüz. Burada şantiyeden ve yoldan yayılan toz bulutunun Hasan Lüleci Fidanlığı başta olmak üzere, bahçelerdeki ve çevredeki ağaçların, otların, doğal yapının bembeyaz bir örtü ile kaplanmış kış manzarası görünümünde olduğunu da…

Bugünlerde ülkemizin içinde bulunduğu olumsuz siyasi ve terör ortamı yeteri kadar rahatsızlık verirken bir yandan da böyle çevre sorunlarını yaşamak, doğanın katledilmesine tanık olmak san duygusal ve edebi cümleler yazmamı zorlaştırıyor.

Doğa ev insan birbirine gerekli..

Doğal dengeyi bozan insan bilerek kendi sonunu hazırlıyor.

Ne yazık ki, çok kötü durumlar yaşıyoruz.

Ey sevgili,

Sana sevgi dolu güzel sözcüklerle bezenmiş bir mektup yazamadığım için bağışla…

Yine yazacağım.

Sevgiyle kal…

10 Eylül 2015, Ballıkaya

8 Temmuz 2016 Cuma

Çok Şey Söylenmeyende Gizlidir

Çok Şey Söylenmeyende Gizlidir


Süleyman ÖZEROL

Merhaba,

Birkaç cümle ile sana ne söylesem ki? Düşündüklerimi yazarak anlatmanın oldukça uzun bir koşu gibi olacağını düşünüyorum. Belki oturup konuşmuş olsaydık, bir şeyler anlatırdım.

Geri çekilmiş, beklemede, yelkenleri indirmiş, daha bir ağır düşünüyorsun. Kolay şeyler yaşamadın, çok savaştın. Yorgunsun, yaralısın, kırgınsın, iyileşmeye çalışıyorsun. İyileşeceksin elbette…

Ne demiştin? “Kırkından sonra öğrenecek şeyler de varmış…”

Evet, öğreniyorsun…

“Kırmamak, üzmemek, kaybetmemek..."

Hangi insan sevdiğini kırmak, üzmek, kaybetmek ister

Oysa çok şey söylenmeyende gizlidir. Ya da her şeyi söylememek konusu… Yeri gelince pek çok şey söylenir yine de... Sevdaya, yarına, umuda, yaşama dair…

Gördün mü; ne kadar şey söyledim sana. Bir gün de başka şeyler söylerim…

Evet...

Bazı şeyleri insan kırkından sonra da öğreniyor. Beş yıldır görmediğim bir bayan arkadaşımın bir şiiri var.

"Kırkıma gelince anladım" demişti

Kırkıma Gelince Anladım


Yanlış dediğimiz şeylerin çoğu,
Aslında cesaret edemediklerimizmiş.

Günah dediklerimiz,
Sonuçlarına katlanamadığımız eylemlerimizmiş.

Sessiz çığlıklarımız, içimizi yırtarmış
Ağrılarımız, hayat yanıklarımız kadarmış

Yaşayamadıklarımız,
Bu yaşlarda hayat bulmak istermiş

Yaşlanan, sadece derimizmiş
Derinliklerimiz değilmiş

Yüzümüzdeki çizgiler,
Bizi yırtarak çıkan eylemlerimizmiş

Saçımızdaki beyazlar,
Aklanmayı bekleyen karanlıklarımızmış

Yaşadıklarımız,
Güldüğümüz ve ağladıklarımız kadarmış

Ve ölümü özlemek,
Yaşamaktan yorulmakmış.


Günün her bir gün sonrası, bir gün öncesini aratıyor. Zaman bir at gibi şaha kalkmış, gem tutmuyor. Akıyor sanki su gibi, uçuyor sanki rüzgâr gibi...

Uzun zaman yazamayacağım belki de…

Yaz beni tembelleştiriyor galiba?

Kırk bir yana, altmış bir yana, seksen bir yana…

Yıllar geçiyor işte…

Yıllar geçiyor…

22 Haziran 2016, Ankara