30 Aralık 2016 Cuma

Ozan Sefil Selimi'ye Mektubum

Ozan Sefil Selimi'ye Mektubum


Asıl adı Ahmet Günbulut olup, 26 Ağustos 1933 yılında Sivas Şarkışla ilçesinde doğdu, 30 Aralık 2003 tarihinde aramızdan ayrıldı. 
"Kevser Irmağında saki olan yar", "Kimse Bana yaran olmaz yar olmaz" sözbaşlı şiirleri altmışlı yıllarda Aşık Feyzullah Çınar tarafından plaklara, daha sonra başka türküleri de kasetlere ve albümlere okundu.
"Kul Yanmasın" adlı kitabı yayınlandı. 
Hakkında kitaplar yayınlandı:
*Abdullah Satoğlu-Yar badesi
*İbrahim Aslanoğlu-Yalınkat
*Doğan Kaya-Çobanın Can Pınarı
*Uğur Kaya-Şiirleri ve Türküleriyle Sefil Selimî
* Ahmet Özdemir: Aşık Sefil Selimi İrfan Okulu


1998 yılında Malatya'da tanıştığımız ve hemen her yıl görüştüğümüz Sefil Selimi, aramızdan ayrılalı on üç yıl oldu; saygıyla anıyorum


Dost

Gündemim o kadar yoğun idi ki
Bir türlü oturup yazamadım dost
Ancak fırsat buldum bu sıralarda
Kalemi kâğıdı bulamadım dost

Aldım Yorum’ları tek tek taradım
Selimi haberin buldum aradım
“Kendini aşmalı âşık” anladım
 1
Engeller çok idi aşamadım dost

Altı Ağustosta yolda kalmıştın
Gelip geçenleri seyre dalmıştın
Güneş’te dostlarla birlik olmuştun
O zaman birlikte olamadım dost

İki bin yılında yazdım yazını
İki bin birde de kitaplarını
Öğrensin herkes de notalarını
Ne yazık o zaman salamadım dost

Nuri Dede hanesine gelmiştik
 2
Gerçeklerin sohbetine dalmıştık
Söylemiştin biz kaleme almıştık
Bazı noktaları koyamadım dost

Sevgi bağlarını ekmek istedin
 3

Terini toprağa dökmek istedin
Bir çekirdek bulsan dikmek isterdin
Gülün dikenini yolamadım dost

Kare kare gezdin noktaya vardın
Her yöne bakınıp cemal aradın
Kin ile kibiri yerlere çaldın
Kimseyi dilime dolamadım dost

Allah apaçıkken demedin hani
Muhammet çağırdın ses verdi Ali
Gülüyle birlikte sardın dikeni
Kuru yaprak gibi solamadım dost

Bahçenden gülleri getirdin bize
Muhabbet pınarı hep göze göze
“Kul yanmasın” diye atıldın köze
Bakilerle birlik olamadım dost

Sen yanmasan ben yanmasam olur mu?
Karanlık geceler sabah olur mu?
Dünya insanlara cennet olur mu?
Denilen cenneti bulamadım dost

İnsan eti yenmez gönü giyilmez
Demir leblebiyi herkes yiyemez
“Kevser Irmağı”ndan herkes içemez
Badeyim kadehe dolamadım dost

Çağlayıp akar mı bir kuru dere
Askerlik yapmayan almaz teskere
Kim yar yaran olmaz özü mertlere
Söyleyecek söz bulamadım dost

Feyzullah Çınar’ın davudi sesi
Onda idi Selimi’nin nefesi
“Gerçek âşıklardır halk hizmetçisi”
Onların içinde olamadım dost

Zaman zaman anlatırım dostlara
Benzetirim daim duru pınara
Pir Sultan Veysel’den Akarsulara
Akıp giden bir yol bulamadım dost

Cansever Birfani bizim Ramazan
 4
Zaman zaman canlanıyor hatıran
Yardımcımız olsun ol Şahı Merdan
Aşkına bir saz çalamadım dost

Selamı saygıyı sunarım candan
Geç kaldı emanet uğraşılardan
Özerol razıdır tüm dostlarından
Bir oldum ikide kalamadım dost

4 Eylül 2002-Malatya

Gece yazdım yazıyı
Geme aldım azıyı
Kimselere yazmasın
Yaradan kem yazıyı

Yazdım yazdım bitirdim
Destan sonun getirdim
Zarflayıp da pullayıp
Dostlarıma yetirdim

Beş Eylül İki Bin İki
Saat oldu on iki
Sayın Selimi Baba
Yazacaklar bitmez ki

5 Eylül 2002-Malatya

Sayın Selimi Baba,

Sanırım size ilk kez mektup yazıyorum. Kalemi elime aldığımda şiirle başladım, şiirle sürdürdüm. Şiirle bitirince de bir gün bekledim, bu satırları yazıyorum. Sağlığının yerinde olmasını, ev halkınızın da sağlık ve mutluluk içinde bulunmasını candan diler, saygı ve selamlarımla ellerinizden öperim.
1998 yılında Malatya Yorumu çıkarmaya bağladığımızda ilk sayımızda (69. sayı yeniden başladığımız ilk sayımızdır: 2 Haziran 1998) sizin Malatya’ya gelişinizi haber yapmış, “İnce Düşünceler” köşemde “Âşık Kendini Aşmalı” başlığı ile yazdığım yazıda sizi anlatmıştım. “Gördüm Sefil Selimi” yazımda Hekimhan yolunda karşılaşmamızı ve bunun üzerine yazdığım şiiri, “Malatya Yorum-Sefil Selimi” yazımda Uğur Kaya’nın hazırladığı yapıtınızı anlatmış, yapıtınızı tanıtmıştım. Nuri Dedenin evindeki notları da düzenledim ve hepsini birden size gönderiyorum. Yeniden saygı ve selamlarımla, hoşça kalın…

Süleyman ÖZEROL
Malatya, 5 Eylül 2002


1 2 Haziran 1998 tarihli Malatya yorum Gazetesinde İnce Dşüünceler köşemde, “Âşık Kendini Aşmalı” başlığı ile Âşık Sefil Selimi’nin Malatya ziyaretini ve düşüncelerini anlatmıştım.
2 Nuri Çakmak Dedenin evinde konuk olduğumuzda Seliminin bazı doğaçlama şiirlerini not etmiştim.
3 6, 7, 8, 9. dörtlükler Sefil Seliminin şiirlerinden bazı dizelere benzek (nazire) olarak yazılmıştır.
4. Ozan Cansever (Nevzat Topal), Ozan Birfani (Metin Özer), Ramazan Çiftlikçi (Yrd. Doç Dr. İnönü Üniversitesi), Malatya’daki arkadaşlarımız, dostlarımızdır.



              Gördüm Sefil Selimi

Sayın Sefil Selimi’ye…

Bir de baktım beyaz camda göründü
Şarkışlalı ozan Sefil Selimi
Televizyon Güneş Selimi güneş
Konuşurken gördüm Sefil Selimi

Adil’le Süleyman sağ yanındaydı
Mutsuz’la Birfani sol yanındaydı
Ramazan Çiftlikçi tam yanındaydı
Danışırken gördüm Sefil Selimi

Kevser ırmağında akan o idi
Kurt ile kuzuyu yayan o idi
“Haktır sevdiğimiz” diyen o idi
Yazar iken gördüm Sefil Selimi

Adil Ustadan da yeni saz almış
Malatya’mıza da hayli alışmış
“Sivas’a giderken yollarda kalmış
Bakınırken gördüm Sefil Selimi”

Otobüsten inip vardım yanına
Yıllık hasret gibi sarıldı bana
“Bulamadık” dedi hem yana yana
Yakınırken gördüm Sefil Selimi

Otobüs yürüdü yolda süzüldü
Özerol bu hale gayet üzüldü
Bu dizeler kaleminden döküldü
Okur iken gördüm Sefil Selimi *

6 Ağustos 1998





* S. ÖZEROL: Malatya Yorum, 18 Temmuz 2000

18 Aralık 2016 Pazar

Sanki de içten ağlıyorsun; fotoğrafın öyle diyor

Sanki de içten ağlıyorsun; fotoğrafın öyle diyor













Merhaba…

Geçenlerde yazışmamızda Nur Hanıma, “Bir gün Ankara’ya gelmeyi düşünmüyor musun? “ diye sordum.
“Oğlum Ankara’dan yakında yanıma gelecek” diyerek gelemeyeceğini belirtmiş oldu. Yine de birkaç cümle yazdım kendisine.
“Ankara ne kadar soğuk olsa da dost muhabbetleri insanın içini ısıtır. Belki bir gün gelirsin, muhabbetin koyusu olur. Eskileri öğreniriz senden; tarihsel konular, özellikle yerel sözcükler ve eskiyi… Çok yaşamış, gidip de geri gelmiş gibisin, çok şey anlatırsın mutlaka…”
Nur’un bazen yazdıklarını anımsadım; şiirler, küçük notlar, değinmeler…
“Yazılarını gönder de göz atayım, düzenleyeyim” dedim.
“Birisi, ‘Yazma, çok devrik’ dedi. Bir rehberim olsaydı…”
Düşündüğüm gibi oldu sanki.
“Düzeltebilir, düzenleyebilirim.”
“İyi buldum!” dedi sevinmiş gibi.
“Ben iyi bir rehberimdir…”
“Hah! Bunu bekliyordum!”
Bu işi yapabileceğime inandırmalıydım Nur’u, Arguvan Yolu dergisinde yayınlanan ve siteye eklediğim Sultan Kılıç’ın benim ile söyleşisi olan, “Tek kişilik Ordu” yazısının bağlantısını gönderdim.
“Yazan da bir bayan, su gibi okuyacağından eminim” diye yazdım.
Bir süre sonra, “Acaba ben Hekimhan’ın bir köyünde mi yaşasam?” diye sordu. Yanıt yerine sayfasındaki fotoğrafa bakarak birkaç cümle daha yazdım kendisine.

Yüzünde bir tedirginlik var
Gözlerin uzaklara bakıyor
Sanki de içten ağlıyorsun
Nedendir bilemem
Fotoğrafın öyle diyor


Kendisi de bana yanıt vermedi, okumaya dalmıştı belli ki…
“Sağda mı kalbin? Bu nasıl bir benzerlik?
Oraya kadar okumuştu demek ki…
“Hayırdır?”
“Babamın da sağdaydı…”
“Öyküsünü biliyor musun? Nasıl öğrenmişti?”
Sordum ama sanki de daha önce söz etmişti gibime geldi.
“Yıl 1979, hemşire olmuştum, 14 yaşındaydım. İzine gelmiştim ve yeni heves işte, tansiyon aletini de yanıma almıştım. Babamın tansiyonuna baktım, yok, alamıyorum .”Yok” da diyemiyorum. Ertesi sabah doğru şehre… Doktor baktı, dinledi anlaşıldı; babamın kalbi sağda... Böyle işte…”
“Bir sorunu var mıydı?”
“Saftı biraz…”
Sanki de bana söylüyormuş gibime geldi. Hani benim de kalbim sağda ya…
“Olsa bile dillendirmedi” dedi.
Benim ile birlikte sekiz kişinin kalbini sağda olduğunu öğrenme öykülerini anlattığı, “Ters Site/Kalbi Sağda Atanlar” adlı bir kitap derleyerek yayınlamıştım. Kitap ile birlikte kalbimin sağda oluşu ve konuyla ilgili söyleşiyi kapsayan, “Ben Aynadaki Gibiyim” adlı Malatya Söz gazetesinde Ferdi Durdu tarafından yayınlanan söyleşinin de bağlantısını kendisine gönderdim. Bağlantıyı okurken kendisi de bana bir müzik bağlantısı gönderdi. Açılmamıştı ve “yarın bakarım” diyerek sabaha karşı yattım. Ertesi gün bir etkinliğimiz vardı ve oraya gidip geldikten sonra yemek yedim, gönderdiği bağlantıya baktım. Zenci bir kadın şarkı söylüyordu ağlar gibi. İngilizce bilmiyorum ama acıklı bir şey olduğu kesindi.
İnternetteki videonun altında “Cesaria Evora/Sodade” yazılı idi. Ve bir açıklama vardı şiir girişli;

“Eğer bana yazarsan
Sana yazacağım
Eğer beni unutursan
Seni unutacağım
Döneceğin güne kadar”


Atlas Okyanusunda, Kuzey Batı Afrika açıklarındaki bir adalar ülkesi olan Cape Verde’de doğdu. Doğduğu yer Afrika’da sömürgeleri bulunan Portekiz’in yüzyıllarca üs olarak kullandığı bir yerdi.
Cesaria Evora, parlak sesi ve fiziksel çekiciliği hemen dikkat çekti, ancak bir genç kızken başladığı şarkıcılık yaşantısında umduklarını bulamadı. Barlarda şarkı söyleyerek annesine ve iki kızına baktı.

Nur, bu şarkıya yorum yazmış…

“Evet, hüzünlüdür şarkılarım. Morna, Cape Verde'nin geleneksel müziğidir. Aşktan, denizden, memleket ve sevgiliye duyulan hasretlerden, tutkulardan, talihsizliklerden bahseder. Belki biraz dünyaya kara gözlüklerle bakar. Biliyor musunuz, siyah en sevdiğim renktir benim...” (17 Aralık 2016)

Duvar
Açık alanlarda bile var
İnsan isteyince
Duvar her yerde var

İletişimi kesen
Gönülleri karartan
Kendi kendine bile örülen
Duvarlar var

İnsan
İnsan olduğu zaman
Her yerde
Duvarlar kalkar


Bugün bir şeyler yazayım dedim ve “duvar” aklıma geldi. Duvar işte, duvar olunca, bir şeyler diyemedim, Nur’u anlatmaya çalıştım.
Nur, senin kadar çekingen bir yapıya sahip değil ama içinde çok şey toplamış gibime geliyor. Eğer yazılarını gönderirse okuduğumda onun daha rahat hareket etmesine yardımcı olabileceğimi düşünüyorum. 

Bak Nur ne diyor?

Sen
Yılda on beş günlük izinlerini
Yedi gününü yollarda geçirip
Ulaşamayacağı sandığım
Köyüm
Memleketim gibisin.
Ağlattın beni bu gece
Hiç insan yanında ağlamadım
Belki ondandır içe ağlamam


Cesaria Evora ne diyordu?


“Eğer bana yazarsan
Sana yazacağım
Eğer beni unutursan
Seni unutacağım
Döneceğin güne kadar”


Ankara, 18 Aralık 2016