Cehaletin Varlığı ve Ağırlığı
|
(foto: nedir.com) |
Merhaba,
Genç bir kız arkadaşım fotoğrafının üzerine Audrey Hepburn'un, "Bir kadının
güzelliği gözlerinde görülür. Çünkü aşkın ikamet ettiği, kalbine açılan kapı
gözleridir" sözünü yazarak göndermişti. O, "kapı" demişti ama
benim aklıma "pencere" geldi. Orhan Veli Kanık'ın çok sevdiğim
şiirini paylaştım.
“Pencere, en iyisi pencere,
Geçen kuşları görürsün hiç olmazsa,
Dört duvarı göreceğine.”
Orhan Veli Kanık, gökyüzünü bile görmenin hep dört duvarı görmekten iyi
olduğunu, bir farklılık olduğunu anlatarak özgürlük özlemini dile getirir.
Hani, "Kapıdan kovarsın pencereden girer" derler ya... Âşık, her
zaman kapıdan değil, pencereden de içeri girer. Kalbe ulaşmak için ikisi de
birdir. Ha kapı, ha pencere... Mahpusluk öyle mi ya?
Fikir ve düşüncelerinden dolayı yıllarca mahpuslarda yatan ve mahpushane
şiirleri üreten Sabahattin Ali'nin asıl ünü öyküleri iledir. Türk öykücülüğünde
önde gelen ad olan yazarın "SES" adlı öyküsünü unutamam. Hele de
öyküdeki türküyü...
Bir müzik öğretmeni, Beyşehir yolunda yol amelesi, yirmi iki yaşında, güzel de
saz çalan bir köy delikanlısı Sivaslı Ali’nin gür ve tatlı sesine duyduğu
hayranlıkla Ankara’ya getirir, “bir müzik mektebinde” okutmak ister. Bunun için
de sınav yapılacaktır. Ali sınavda şu türküyü okur:
Döndüm daldan düşen kuru yaprağa
Seher yeli dağıt beni kır beni
Götür tozlarımı burdan uzağa
Yârin çıplak ayağına sür beni
Aldım sazı çıktım gurbet görmeye
Dönüp yare geldim yüzüm sürmeye
Ne lüzum var şuna buna sormaya
Senden ayrı ne hal oldum gör beni
Ayın şavkı vurur sazım üstüne
Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne
Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne
Ay bir yandan sen bir yandan sar beni
Yedi yıldır uğramadım yurduma
Dert ortağı aramadım derdime
Geleceksen bir gün düşüp ardıma
Kula değil yüreğine sor beni
Sınav salonunda bunaldığı için bir türlü sesini bulamaz. Diğer yandan müzikle
ilgili teorik bilgiler aranmasının ve köylü oluşunun kurbanı olan Ali, okula
alınmaz.
Ankara’ya geldiğinde “kırık sazıyla efendilere çalmak yakışık almayacağı için”
sekiz liraya satın aldığı sazını, iki liraya elden çıkarıp, Ali, kendisini
getirenlere görünmeden bir kamyona biner, Konya’ya döner...
Türküyü her duyduğumda Ali aklıma gelir. Hele de şu dörtlüğü…
Aldım sazı çıktım gurbet görmeye
Dönüp yâre geldim yüzüm sürmeye
Ne lüzum var şuna buna sormaya
Senden ayrı ne hal oldum gör beni
Halk edebiyatını "köylü edebiyatı" diye üniversitelerden atmak
isteyenler vardı bir zamanlar. Daha dün de halk oyunları oynayan gençleri zina
ile itham eden resim öğretmenin açıklamaları...
Bunlar kara cehaletin siyasi malzemesi olarak belleğimde yer ederken çeyrek
yüzyıl önce yaşadığım ve yaşamımda bir dönüm noktası olan bir olayı; 1991
yılında bu zamanlar, "Saz çalmak el ile şarkı söylemek ağız ile zina
etmektir" diyenlere karşı çıkmam nedeniyle yaşadıklarımı anımsadım. Neredeyse
meslekten atacaklardı…
Demek ki halkımız hep zina yapıyormuş! Vay be! Ne iş bu?
Çocukların ırzına geçenleri savunmak pahasına halk oyunlarımızı ve
türkülerimizi, müziği zina olarak değerlendiren cehaletin varlığı ve ağırlığı toplumda
kendini duyumsatıyor.
Ve 44 yıl geriye gittim, öğrenci iken yazdığım "Dünyada
Biz" başlıklı şiirimi sunuyorum.
Bizim için dünya karanlık kale
Çıkamadık geri geliyoruz biz
Bazısı gülüyor bizim bu hale
Durmadan gözyaşı siliyoruz biz
Toprak altın yapar bilemeyiz biz
Yenilikler gâvur icadı deriz
Afiyetle boktan berisin yeriz
Yaratandan şükür diliyoruz biz
Garibanın kader ağzında gemdir
Tefeciye yoksul her zaman yemdir
Haklı belli değil haksız ya kimdir?
Birazcık düşünsek biliyoruz biz
Fakir kimdir, zengin kimdir be adam?
Çökmez mi temeli çürük olan dam
Nerde kaldın nerde ey ulu Mevla’m
Zalimin zulmünden ölüyoruz biz
Üç günlüktür dünya; dün, bugün, yarın
Göçersin dünyadan kalır hep varın
Sönmedi Süleyman neşenle harın
Hem ağlayıp hemi gülüyoruz biz
Akçadağ, 7 Ocak 1972
Bunları sana yazmak istemezdim, ancak gitgide kültürel yapımızın bozulması
için çaba harcayanları gördükçe, duydukça, okudukça dayanamadım ve yazdım.
Kente gelen saf Anadolu köylüsü kendi kültürüne karşı biçimde yetiştirildi.
Bindiği dalı kesen halkımız bakalım ne zaman uyanacak?
Yeni türküler çalıp söylemeyi ve dinlemeyi sürdürürken yine kendimi dağlara,
yaylalara vurmak, güzel ve içten sesini dinlemek istiyorum. Düğünlerde halaya
dururken de haykırmak…
Özlem ve sevgiyle…
Süleyman Özerol
14 Nisan 2016, Ankara