17 Haziran 2017 Cumartesi

Sesine Dokunamamak, Nefesini Görememek

Sesine Dokunamamak, Nefesini Görememek 
"Kızılay, Ankara'nın ortası; Güven Park, Kızılay'ın ortası..."
Merhaba…

Geçen hafta hala yüzyüze tanımadığım, ancak telefonla konuşup yazıştığım bir üniversite öğrencisinin halını hatırını sorduğumda, “İyi gibiyim” diye yanıtı yazdı.
İyi gibi olmak…
Demek ki “iyi” ile “gibi” yanyana gelince böyle oluyormuş. Belki de Malatya’da olmak, köyde olmaya göre daha iyiydi...
Fotoğrafında, yanında kendisinden yaşça büyük olan sarışın bir bayan vardı. “Sen esmersin, sarışın kim acaba?” dediğimde, tanıdığı biri olduğunu belirterek yanıt verdi. Fotoğrafın altına Cemal Süreya'dan dizeler yazmıştı.



“Sevgilim ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim. Elimde uçuk mavi bir kalem…”

Ayrancı Pazarının hemen yanındaki Cemal Süreya Parkı'nın önünden hemen her gün taşıtla geçerim, parktaki anıtı anımsadım.
Eli cebinde başında fötr şapkası,
Her geçene selam veriyor sanki.
Başı öne eğik duruyor.
Bir ayağı geride…
Adımları dermansız gibi…
Aşk acıları bellini bükmüş sanki…
“Güzel bir şiir” dedi esmer üniversiteli. Oysa bu cümleler o an doğaçlama olarak içimden gelen dizerdi. “Şiir oldu değil mi?” dedim, “Oldu” dedi. “Ama ben mektup yazacağım” dedim.
“Sanki benim fotoğrafımı yorumlamışsınız”dediğinde de; “Oysa ben Cemal sıraya parkını betimlemeye çalışmıştım, parka gidip anıtı inceleyeceğim fotoğrafını da çekeceğim bakalım levhalarda hangi şiirler var” diyerek açıklamada bulundum.
Kendi fotoğrafın altındaki Cemal Süreya şiirinden sonra dizler devam ediyordu:


“Bensiz mutluysan hep öyle kal.
Ne kadar kızarsam kızayım bir gülüşüne yenik düştüğüm tek kişi sensin.”


Bu dizelerde çok acı olduğunu yazdığımda, “İçimden öyle geldi, acı falan yok” dedi. Demek ki alttakini kendisi yazmış…
Cemal Süreya Anıtının fotoğraflarına baktım, başında fötr şapkası yoktu. “Demek ki yakından incelemem gerekiyor…” Bu düşüncemi kendisine bildirilince, “İncelemezseniz şaşarım zaten” dedi.
“Bakalım levhalarda ne yazıyormuş senin alıntı yaptığında orada var mıdır acaba?”
“Bence yoktur, daha kaliteli şiirleri vardır orada.”
Şiiri yeniden okudum; 


“Sevgilim ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim...”

Düşündüm düşündüm... Hani ben de büyük bir kentteyim ya; hem de Cemal Süreya'nın anıtına yakın bir yerde; Dikmen’de…
Şiirden birkaç dize daha okudum.


“Masada tabaklar neşesiz
Koridor ıssız
Banyoda havlular yalnız
Mutfak dersen derbeder ve pis
Çiti orda duruyor, ekmek kutusu boş
Vantilatör soluksuz
Halılar tozlu
Giysilerim gardropta ve şurda burda…”


Sordum, üniversiteler esmere, “Bu ne biliyor musun?” Şiir” dedi. “Yalnızlık” dedim ve de içimden de “yalnızlık…”
“Biliyorum... 12 mektubu var bu kitapta, yalnızlığı anlatıyor hep…”
Okumayı sürdürdüm.


“Her şey seni bekliyor.
İçeri girmeni.
Senin ellerinden beğenmesini
Gözünün dokunmasını...”


Aklıma gelen kendi şiirlerimden biri oldu. “Burada bir şey varsa ben bir zamanlar yakalamışım” deyince merakla, “Ne var?”
‘Gözünün dokunması…’
Ben de bir şiirimde ‘sesine dokunmak’tan söz etmiştim…


“Sesine dokunamasam da
Nefesini göremesem de.
Özlemem bahara kalsın.”


“Hııı! Evet, güzelmiş” diyerek beğenisini dile getirdi. Şiirin tamamına gösterdim okudu.
“Bir de tersinden oku” dedim, “Okudum” dedi. Sitede şiirin üstünde, “Bir de tersinden okuyalım” yazısı vardı, demek ki hemen okumuştu.
“Ben mektuplarımı hiç kimseyle paylaşmadım” dedi.
“Çok şey söylenmeyen da gizlidir” dediğimde, “Söyleniyor işte ne kaldı sırlardan geriye” dedi. “Söylenmeyenler de var” yanıtıma, “Söylenenlerden söylenmeyenleri tahmin edebilirler ama…” diyerek itiraz edercesine yanıt verdi.
Eski bir mektubumdan örnek yazdım; “Yorgun yaralısın, kırgınsın, iyileşmeye çalışıyorsun, iyileşeceksin elbette...”
“Geri çekilmiş, beklemede, yelkenleri indirmiş, daha bir ağır düşünüyorsun. Kolay şeyler yaşamadın, çok savaştın. Yorgunsun, yaralısın, kırgınsın, iyileşmeye çalışıyorsun. İyileşeceksin elbette…” Bundan sonra ne tahmin edebilir sence? Kendisine söyleyemediğim ne olabilir?”
Şöyle devam ediyor: “Oysa çok şey söylenmeyende gizlidir. Ya da her şeyi söylememek konusu… Yeri gelince pek çok şey söylenir yine de... Sevdaya, yarına, umuda, yaşama dair…” Gördün mü; ne kadar şey söyledim sana. Bir gün de başka şeyler söylerim…
“Yorumlamayacağım, yaşanmış diye ‘bir başkası da aynısını yaşamamış’ diyemeyiz.”
“Ben onu yorumlarsam kendimi anlatmış olurum diyorsun. Demek ki senin de söyleyemediklerin var. Elbette olacak ama her şey söylenmez. Söylendiğinde özelliği yiter, gizi (sırrı) yiter…
Konuyu hasrete getirdim…
“Geçenlerde ne yazdım biliyor musun?”


‘Herkesi aradım,
Seni aramadım.
Nedeni mi?
Hasretim bitmesin diye…”


Bir süre sonra iki dizeyi yineledim.


“Sesine dokunamasam da
Nefesini göremesem de”


“Sevmiyorum onu görmek istemiyorum!” diye sitem etti.
Kolay mı sesine dokunamamak, nefesine görememek?