17 Mart 2016 Perşembe

"Olayları İki Kez Yaşamak" ve "Uçmak" Üzerine

Akçadağ İlköğretmen Okulu
(1971)
"Olayları İki Kez Yaşamak" ve "Uçmak" Üzerine

 -Bilinmeyen Dergisine Mektup-

1971 Martında Akçadağ İlköğretmen Okulu beşinci sınıfta okurken, Malazgirt Savaşının 900. yıldönümü nedeniyle bir şiir yarışması açılmıştı.  Uzunca bir çabadan sonra, oldukça uzun olan bir şiir yazmıştım. Bu şiirle yarışmaya katılacaktım.
Okulun ikinci katının merdivenlerinden inerken alt salonda edebiyat öğretmeni Adnan Evrensel’i gördüm. Şiir yanımdaydı. Adnan Beyin arkasından koşarak yetiştim.
“Hocam, şiir yarışması için...”
Sözümü tamamlamadan Adnan Bey;
“Hani getirdin mi?” dedi.
Birden şaşırdım. Şiiri verirken bu anı daha önce yaşadığım aklıma geldi. Özellikle “Hani getirdin mi?” cümlesi. Nasıl olurdu? Aynı olayı daha önce yaşamıştım.
Şiiri Adnan Beye verirken;
“Evet efendim, getirdim” dedim.
Adnan Bey şiiri alıp dosyasına koydu, öğretmenler odasına yöneldi, salonda kalakaldım. Sonra aklıma geldi; aynı olayı rüyamda yaşamıştım!
Aynı yılın bir başka gününde başka bir olay daha oldu buna benzer.
Üçüncü sınıfta okuyan bir arkadaşın yanına gitmiştim. Sınıfında üzgün üzgün oturuyordu.
“İbrahim, ne oldu, niye üzgünsün?” dedim.
İbrahim’den ses çıkmadı.
Suskunluk anında aklıma aynı soruyu, aynı durumda İbrahim’e sorduğum geldi. Yoksa biraz önce mi sormuştum? Ya da daha önce bir zaman mı sormuştum? Hayır hayır! Aynı durumda, aynı soruyu birkaç gün önce rüyamda sormuştum.
Bu iki olayda da iki kez aynı olay kopya gibi rüya ile gerçekte geçiyordu. Bu benzerlik şaşırtıyor beni.
Nasıl açıklamalı bunu?

Uçmak!

Bilinir ki uçmak, kuşlar ve bazı böceklere özgü bir hareket. Ancak ben, kendi uçuşumdan söz edeceğim sizlere. Belki de çok olağan karşılayacaksınız. Ne var ki; ben daha çok uçtum, hala da uçmaya devam ediyorum, diyeceksiniz. Belki de inanmayacaksınız. Olur mu öyle şey canım, sen kuş musun?” diyeceksiniz.
Yine de ben size nasıl uçtuğumu anlatayım.
Akçadağ İlköğretmen Okulunu 1972 yazında bitirdim. Eylülde Urfa Merkez Yetiştirme Yurdunda göreve başladım. 1972 yılında nişanlanıp, 1974 yılında evlendim.
Öğrenciliğimin son yıllarında başlayan “uçma” olayını birçok kez yaşadım. Hele de evlendiğim yıl olan bir olay benim için unutulmaz bir olaydır.
Urfa’da Şehitlik Semtinde oturuyorduk. Bir gün eşimin sesi ile uyandım:
“Süleyman, Süleyman!”
Gözlerimi açmadan kısa bir süre durakladım. Gözlerimi açtığımda ilkin saate baktım, 06 00.
“Ne var?”
Bir tuhaf bakıyordu bana;
“Ne yapıyorsun, ne oldu?”
Duraksadım bir süre.
“Uçamadım...”
Sanki olağan bir soruyu cevaplamıştım ya da olağan bir olayı ifade etmiştim. Eşim şaşırdı iyice;
“Nasıl uçamadın?”
“Uçamadım işte...”
Şaşkınlığı daha da artmıştı. Ben ise o anda nasıl uçamadığımı anımsamaya çalışıyordum. Eşim hala kendi kendine söyleniyordu;
“Zorlukla nefes alıyordun, birden ses çıkardın” dedi.
Bir süre sonra nasıl uçtuğumu eşme anlattım:
“Abide’nin üzerinde uçuyordum. Hani Merkez Ortaokulu var ya? Orada işte. Birkaç tur attıktan sonra Merkez Ortaokulunun bahçesi üzerine geldim. Yere doğru inmeye başladım. Ayaklarım aşağıda ve öne doğru meyilli olarak uçuyordum. Kuşların tam tersine yani. Yeniden yükselmek istedim, yükselemiyordum. Birden yekinip yükselmeye çalıştım”.
İşte o zaman ses çıkarmışım, “Hıh!” diyerek...
Bu uçma olayı yaklaşık 1979 yılana kadar sürdü. Yukarıda anlattığım olayın benzerini Urfa Merkez Kısas Köyü İlkokulu müdürü olarak görev yaptığım sırada yaşadım. Yani, o zamanlardan buyana uçmuyorum artık...
Gerçek yaşamla rüyanın bu kadar kaynaşmasını bu uçma olaylarında gördüm ben. Eski Türk dilinde “uçmak” bir yerde “göçmek” anlamında, yani “ölmek” anlamında kullanılıyordu. Bu da demek ki uyku ile ölüm arasında pek de fazla bir ayrılık yok...

Süleyman ÖZEROL
Malatya, 31 Ocak 1987


6 Mart 2016 Pazar

Batmak, şirket ve diğer...

Batmak, şirket ve diğer...
Merhaba,

Uzun zaman oldu yazmayalı. Zaten sen yazmıyorsun aylardır. Birkaç cümle ile de olsa bir şeyler yazayım dedim.

Evde çalışma masam, kitaplık odasındaki batıya bakan tek pencerenin sağ yanında bulunuyor. Masaya her oturduğumda başımı kaldırdığımda kalemliği ve kalemlikte de sırtında top mermisi taşıyan Mehmetçik ile önündeki yazıyı görüyorum:

"Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir"

Necmettin Halil Onan'ın "Bir Yolcuya" adlı şiirinin ilk dizeleri bunlar. Bu tabloyu günlük gördükçe seni anımsıyorum.

"Bir devrin battığı yer..."
Bir devir ve battığı yer...

Yedi düvel dedikleri emperyalistlerin çullandığı "hasta adamın" silkindiği ve onları yendiği yer...

"Batmak" deyimi hep şirketleri, denizi, suyu, çamuru, takımları ve devleti anımsatır.

Biz şirketten söz edelim, çünkü en çok batanlar onlar...

Şirket ne demek?
Şirket, "iki ya da daha fazla kişinin biraraya gelerek amaç ya da mallalrını ortak bir amaçla bir sözleşme ile belirlemeleri sonucu ortaya çıkan tüzel kişilik" olarak tanımlanır.

Roman okurları anımsayacaklardır; Bekir Yıldız'ın "Evlilik Şirketi" adlı bir romanı vardı. Bekir Yıldız, evliliği şirkete benzetiyordu. Gerçi aile şirketleri vardır ama evlilik farklı bir şirket!
Anonim şirket, limited şirker, komandit şirket gibi türleri var şirketin. Türler arasında da ufak tefek farklılıklar...
Devlet ise kocaman bir şirket! Tüm halkın ortak olduğu, daha çok iktidarda olanların kazandığı bir şirket...

Bizim şirketimiz yok, ancak ortak amaçlarımızı gerçekleştirmek için derneklerimiz var. Zaten derneklerin en büyük özelliği, "kar amacı gütmeyen kuruluşlar" olmaları ve de gönüllülük temelinde örgütlenme ve demokratik katılım ile yürütülmeleridir.

Yaşamda her şey "parasal kazanç" elde etmek değildir. İnsanı özgür, erdemli ve mutlu kılan davranışların kazanılması önemlidir. İnsanın varlığını ortaya koyan bu davranışalrı kazanmak da eğitim iel gerçekleşir. Eğitimsiz kalmış uluslar başkalarının yemi olmak durumundadırlar.

Hemen her gün gözümün önünde duran ve "Bir Yolcuya" şiirinin ilk iki dizesi ve ardındaki sırtında top mermisi taşıyan Mehmetçiğin görüntüsü bulunan kalemliği, bir Nisan günü geldiğinde "beni anımsatsın" diye armağan etmiştin. Ben de seni unutmuyorum ve her gün gözümün önünde duran kalemlikte simgeleşen Mehmetçiğin kanıyla yoğrulan topraklara selam ve sevgilerimi iletiyorum.

Güzel günler dileğimdir...

Süleyman ÖZEROL
Radikal Blog, 03.03.2016