-Bilinmeyen Dergisine Mektup-
1971 Martında Akçadağ İlköğretmen Okulu beşinci sınıfta okurken,
Malazgirt Savaşının 900. yıldönümü nedeniyle bir şiir yarışması açılmıştı. Uzunca bir çabadan sonra, oldukça uzun olan
bir şiir yazmıştım. Bu şiirle yarışmaya katılacaktım.
Okulun ikinci katının merdivenlerinden inerken alt salonda
edebiyat öğretmeni Adnan Evrensel’i gördüm. Şiir yanımdaydı. Adnan Beyin
arkasından koşarak yetiştim.
“Hocam, şiir yarışması için...”
Sözümü tamamlamadan Adnan Bey;
“Hani getirdin mi?” dedi.
Birden şaşırdım. Şiiri verirken bu anı daha önce yaşadığım aklıma
geldi. Özellikle “Hani getirdin mi?” cümlesi. Nasıl olurdu? Aynı olayı daha
önce yaşamıştım.
Şiiri Adnan Beye verirken;
“Evet efendim, getirdim” dedim.
Adnan Bey şiiri alıp dosyasına koydu, öğretmenler odasına yöneldi,
salonda kalakaldım. Sonra aklıma geldi; aynı olayı rüyamda yaşamıştım!
Aynı yılın bir başka gününde başka bir olay daha oldu buna benzer.
Üçüncü sınıfta okuyan bir arkadaşın yanına gitmiştim. Sınıfında
üzgün üzgün oturuyordu.
“İbrahim, ne oldu, niye üzgünsün?” dedim.
İbrahim’den ses çıkmadı.
Suskunluk anında aklıma aynı soruyu, aynı durumda İbrahim’e
sorduğum geldi. Yoksa biraz önce mi sormuştum? Ya da daha önce bir zaman mı
sormuştum? Hayır hayır! Aynı durumda, aynı soruyu birkaç gün önce rüyamda
sormuştum.
Bu iki olayda da iki kez aynı olay kopya gibi rüya ile gerçekte
geçiyordu. Bu benzerlik şaşırtıyor beni.
Nasıl açıklamalı bunu?
Uçmak!
Bilinir ki uçmak, kuşlar ve bazı böceklere özgü bir hareket. Ancak
ben, kendi uçuşumdan söz edeceğim sizlere. Belki de çok olağan
karşılayacaksınız. Ne var ki; ben daha çok uçtum, hala da uçmaya devam ediyorum,
diyeceksiniz. Belki de inanmayacaksınız. Olur mu öyle şey canım, sen kuş
musun?” diyeceksiniz.
Yine de ben size nasıl uçtuğumu anlatayım.
Akçadağ İlköğretmen Okulunu 1972 yazında bitirdim. Eylülde Urfa
Merkez Yetiştirme Yurdunda göreve başladım. 1972 yılında nişanlanıp, 1974
yılında evlendim.
Öğrenciliğimin son yıllarında başlayan “uçma” olayını birçok kez
yaşadım. Hele de evlendiğim yıl olan bir olay benim için unutulmaz bir olaydır.
Urfa’da Şehitlik Semtinde oturuyorduk. Bir gün eşimin sesi ile uyandım:
“Süleyman, Süleyman!”
Gözlerimi açmadan kısa bir süre durakladım. Gözlerimi açtığımda
ilkin saate baktım, 06 00.
“Ne var?”
Bir tuhaf bakıyordu bana;
“Ne yapıyorsun, ne oldu?”
Duraksadım bir süre.
“Uçamadım...”
Sanki olağan bir soruyu cevaplamıştım ya da olağan bir olayı ifade
etmiştim. Eşim şaşırdı iyice;
“Nasıl uçamadın?”
“Uçamadım işte...”
Şaşkınlığı daha da artmıştı. Ben ise o anda nasıl uçamadığımı
anımsamaya çalışıyordum. Eşim hala kendi kendine söyleniyordu;
“Zorlukla nefes alıyordun, birden ses çıkardın” dedi.
Bir süre sonra nasıl uçtuğumu eşme anlattım:
“Abide’nin üzerinde uçuyordum. Hani Merkez Ortaokulu var ya? Orada
işte. Birkaç tur attıktan sonra Merkez Ortaokulunun bahçesi üzerine geldim.
Yere doğru inmeye başladım. Ayaklarım aşağıda ve öne doğru meyilli olarak
uçuyordum. Kuşların tam tersine yani. Yeniden yükselmek istedim,
yükselemiyordum. Birden yekinip yükselmeye çalıştım”.
İşte o zaman ses çıkarmışım, “Hıh!” diyerek...
Bu uçma olayı yaklaşık 1979 yılana kadar sürdü. Yukarıda
anlattığım olayın benzerini Urfa Merkez Kısas Köyü İlkokulu müdürü olarak görev
yaptığım sırada yaşadım. Yani, o zamanlardan buyana uçmuyorum artık...
Gerçek yaşamla rüyanın bu kadar kaynaşmasını bu uçma olaylarında
gördüm ben. Eski Türk dilinde “uçmak” bir yerde “göçmek” anlamında, yani
“ölmek” anlamında kullanılıyordu. Bu da demek ki uyku ile ölüm arasında pek de
fazla bir ayrılık yok...
Süleyman ÖZEROL
Malatya, 31 Ocak 1987
Malatya, 31 Ocak 1987