23 Ekim 2017 Pazartesi

Tüm Mektuplarım Sana

TÜM MEKTUPLARIM SANA

Merhaba,

Her mektubuma “Merhaba” diye başlarken, hitap ettiğim kişileri farklı görebilirsin. Ancak tüm mektuplarımın sana olduğunu belirtmeliyim.
Gel, bu kadar uzaklaşma, yolumuz olsun tenha kaldırımlar, dağ yolları. Yürüyelim saatlerce, söyleşelim durmadan, usanmadan…
Mektuplarımı okusan da okumsan da yazacağım. Yazmak yaşatır beni. Bazen kendimi yazmanın sarhoşluğuna kaptırıyorum. Söylenmeyenleri yazmak da bir tür söylem değil mi?
İçindekileri dışarı atabilmek kolay olsaydı; o kadar insan intihar etmez, ruhsal bunalımlara girmez, hırçınlaşmazdı. Velhasıl daha pek çok olumsuz davranış olmaz, içimize attıkça sorunlar da dağlar gibi yığılmazdı…
Yıllar önce (sanırım çeyrek yüzyıl olmuştur) Zeliha abla ne demişti biliyor musun?
“Senin neden saçların ağarmıyor, neden genç kalıyorsun biliyor musun?”
Sonra yanıtı da kendisi vermişti;
 “Sen balkona çıkıp da o tellere vurup türküleri söyledikçe içinde ne varsa dışarı atıyorsun da ondan…”
Eczacı Hasan Aktaş’ın eşi olan Zeliha Abla elbette ki haklıydı. 1975-2014 yılları arasında oturduğumuz kayınpederin evi Başharık Mahallesinde idi. Evim balkonu ikinci bir ev gibiydi. Zeliha ablaların evi de arka balkonunun karşısında idi. Hemen her gün balkona çıkardığım masanın üzerine radyo-teybi, kitapları, kasetleri, defter ve kâğıtları, kalemleri koyar, arkadaki pencere demirine de 1973 yılında Urfa’da Tertipli Mustafa’dan aldığım bağlamamı asardım. Alırdım bağlamayı bir başlardım Arguvan’dan,  havalarından, en az bir saat sürerdi kendimce dinletim. Sonra bir yandan okurken bir yandan da radyo-teyp dinlerdim. Bir süre sonra bağlamla Aşık Veysel, Pir Sultan, Aşık Mahzuni, Aşık Yoksuli ve daha pek çok ozanın türkülerine, diğer halk türkülerine eşlik ederdi. Ruhi Su’nun bizim köyden derlediği deyişleri ve bizim yöreden başka yörede bilinmeyen deyişleri çalıp söylerdim bazen de…
Bir gün çalıp söylerken komşulardan Ali Hançerli “Hoca, hoca!” diye seslendi. Çalıp söylemeyi bırakıtım, bakalım ne diyecekti?
“Hocam, biraz daha yüksek sesle söyle de biz de dinleyelim” dedi.
Bir başka gün de karşı binalardan birinde oturan komşulardan bir bayan yanındaki komşuya, “Hocaya söyle de daha yüksek sesle söylesin biz de dinleyelim” demişti.
Balkon bazen de komşularla şenlenirdi. Piknik yapardık bahçede. Çiğ köfte olurdu, mangal yakılırdı... Özelilikle ikisi de rahmetlik olan koşularımız (Hak rahmet eylesin) Sait Kutlutürk ve Rüçhan Çakaralmaz birlikte de gelirler, bir iki bardak da bir şeyler içer, türküler söylerdik. Zaman zaman da tez, araştıra, ödev yapan öğrencili ya da başka kişiler gelirdi ve burada daha farklı ortamlar olurdu.
Bir zamanlar böyleydi yaşam. Şimdi ise yazmaya ağırlık veriyorum ve de her gün yazıyorum. Sanırım iki yılı geçti, son zamanlarda da mektup yazmaya, bazı konuları böyle anlatmaya başladım. Günlüklerim ve mektuplar sanki de geçmişteki çok yönlü uğraşılarımın yerini aldı. Toplumda yok denecek kadar azalan mektup yazma alışkanlığını yaşatmayı seviyorum ve bunu hep sürdüreceğim.

“Mektuplarımı okusan da okumasan da yazacağım” demiştim girişte. Kalemin döndüğünce yazacağım. Diyor, yüzündeki acı gülümsemenin mutluluk gülümsemesine dönüşmesini diliyor sevgilerimi iletiyorum.


3 Ekim 2017 Salı

Bir Güne Sığamayan Ben...



Bir Güne Sığamayan Ben...

Merhaba,

“Gün günü kovalar” derler ya; acaba her gecenin getirdiği sessizlik ve sensizlik de ertesi gününü gecesiyle ilgili olabilir mi?
Olsun ya da olmasın, her gece yüzünü anımsamakla yetinmeyip, fotoğraflarına da bakarak belleğimde tazeliyorum yüzünü. Her gün eve girerken kapıda ve bilgisayarı açtığımda adını andığıma, içten duyumsadığıma göre benim için sessizlik ve sensizlik yalnızca ertesi günün gecesiyle değil, tüm gecelerimle aynı oluyor. Çünkü her gecemi sen dolduruyorsun.
Şöyle bir hesaplama yaparsak; bazı günler erken ya da geç kalkmış olsam da genellikle sekiz, sekiz buçuk arası kalkarım, gece yarıyı geçmeden, diğer günden birkaç saat almadan da yatmam. Senin anlayacağın bir güne sığamıyorum…
Bir güne sığamayan ben, her gün yazmazsam da duramıyorum. Acaba bu alışkanlık mı, yoksa bir tür “hastalık” mı? Hangisi olursa olsun, ben Oktay Akbal’ın, “Yazmak yaşamaktır” sözüne katılıyorum.
Hüseyin Şahin arkadaşımız bir ara bu durum için “kronik” sözcüğünü kullanmıştı. Kronik; olayların günü gününe, tarih sırasına göre yazılmasıyla oluşan tarih anlamında. Diğer yandan “süreğen”, yani sürekli yinelenen anlamında bir kavram olup, eskileri “müzmin” derler. Tıpta da kronik astım, kronik faranjit, kronik sinüzit gibi kullanımları var.
Yazmamak, benim için büyük boşluk yaratıyor yaşamımda. Hani bir zamanlar, “Yaşam, zamanı doldurmak değil mi?” diye sormuştum ya; elbette ki yaşam da yalnızca yazmakla doldurulmuyor. Gezmek, okumak, eğlenmek, yürüyüş yapmak, spor yapmak, söylemek, şarkı söylemek, müzik aleti çalmak, dinlenmek, müzik dinlemek, fotoğraf çekmek, resim yapmak, şiir yazmak ve daha pek çok davranış yaşamı doldurmada var olan davranışlar…
2010 yazında Sultan Kılıç benimle bir söyleşi yapmış ve bunu Tek Kişilik Ordu” başlığı altında Arguvan Yolu dergisinde yayınlamıştık (Sayı 9).
Burada zaten günü ve yaşamı dolduran çalışmalarımdan söz ediliyordu. Dolayısıyla, bu yazıdan hareketle Sultan Kılıç’ın yaşamöykümü yazabileceğini düşündüm ve kendisi ile konuşmak için sözleştik, ancak bir daha da görüşemedik.
Gazi Üniversitesinden Prof. Fatma Ahsen Turan’ın öğrencilerinden Alpaslan Karabağ, yaşamım ve sanatım (şiir) ile ilgili bir tez çalışması yaptı ve Fatma Ahsen Turan ve Ayşe Oğuzhan Börekçi tarafından hazırlanan "Sazın ve Sözün Sultanları/Yaşayan Halk Şairleri-X" adlı kitapta yayınlandı (Gazi Üniversitesi Yay.). Çalışmada, Sultan Kılıç’ın söyleşisinden de yararlanıldı.
Üçüncü bir söyleşi Canan Sevgi Güner tarafından gerçekleştirildi. Bu çalışmada da her iki çalışmadan yararlanıldı. Ancak herhangi bir yerde yayınlanmadı.
Bu üç çalışmayı bir dosya olarak düzenledim. Sanırım yakın zamanda kitap bütünlüğüne kavuşacak…
İşte böyle…
Bir güne sığmayan zamanı ertesi güne taşırken hep sen varsın aklımda. Zaten sana yazarak da biraz olsun içimdekileri döktüğümün farkındayım. Her ne kadar mektuplarıma yanıt yazmasan da pek çok kişinin okuduğunu biliyorum. Pek çok kişinin, “Sanki bana yazılmış”, “Sanki benin söylemek istediklerimi söylemiş gibi değerlendirmeler yaptıklarına da inanıyorum.
Sevgilerimi iletiyor, güzel günlerin eksilmemesini diliyorum.


Ballıkaya, 20 Eylül 2017