TÜM MEKTUPLARIM SANA
Merhaba,
Her
mektubuma “Merhaba” diye başlarken, hitap ettiğim kişileri farklı görebilirsin.
Ancak tüm mektuplarımın sana olduğunu belirtmeliyim.
Gel,
bu kadar uzaklaşma, yolumuz olsun tenha kaldırımlar, dağ yolları. Yürüyelim saatlerce,
söyleşelim durmadan, usanmadan…
Mektuplarımı
okusan da okumsan da yazacağım. Yazmak yaşatır beni. Bazen kendimi yazmanın
sarhoşluğuna kaptırıyorum. Söylenmeyenleri yazmak da bir tür söylem değil mi?
İçindekileri
dışarı atabilmek kolay olsaydı; o kadar insan intihar etmez, ruhsal bunalımlara
girmez, hırçınlaşmazdı. Velhasıl daha pek çok olumsuz davranış olmaz, içimize
attıkça sorunlar da dağlar gibi yığılmazdı…
Yıllar
önce (sanırım çeyrek yüzyıl olmuştur) Zeliha abla ne demişti biliyor musun?
“Senin
neden saçların ağarmıyor, neden genç kalıyorsun biliyor musun?”
Sonra
yanıtı da kendisi vermişti;
“Sen balkona çıkıp da o tellere vurup
türküleri söyledikçe içinde ne varsa dışarı atıyorsun da ondan…”
Eczacı
Hasan Aktaş’ın eşi olan Zeliha Abla elbette ki haklıydı. 1975-2014 yılları
arasında oturduğumuz kayınpederin evi Başharık Mahallesinde idi. Evim balkonu
ikinci bir ev gibiydi. Zeliha ablaların evi de arka balkonunun karşısında idi.
Hemen her gün balkona çıkardığım masanın üzerine radyo-teybi, kitapları,
kasetleri, defter ve kâğıtları, kalemleri koyar, arkadaki pencere demirine de
1973 yılında Urfa’da Tertipli Mustafa’dan aldığım bağlamamı asardım. Alırdım
bağlamayı bir başlardım Arguvan’dan,
havalarından, en az bir saat sürerdi kendimce dinletim. Sonra bir yandan
okurken bir yandan da radyo-teyp dinlerdim. Bir süre sonra bağlamla Aşık
Veysel, Pir Sultan, Aşık Mahzuni, Aşık Yoksuli ve daha pek çok ozanın
türkülerine, diğer halk türkülerine eşlik ederdi. Ruhi Su’nun bizim köyden
derlediği deyişleri ve bizim yöreden başka yörede bilinmeyen deyişleri çalıp
söylerdim bazen de…
Bir
gün çalıp söylerken komşulardan Ali Hançerli “Hoca, hoca!” diye seslendi. Çalıp
söylemeyi bırakıtım, bakalım ne diyecekti?
“Hocam,
biraz daha yüksek sesle söyle de biz de dinleyelim” dedi.
Bir
başka gün de karşı binalardan birinde oturan komşulardan bir bayan yanındaki
komşuya, “Hocaya söyle de daha yüksek sesle söylesin biz de dinleyelim”
demişti.
Balkon
bazen de komşularla şenlenirdi. Piknik yapardık bahçede. Çiğ köfte olurdu,
mangal yakılırdı... Özelilikle ikisi de rahmetlik olan koşularımız (Hak rahmet
eylesin) Sait Kutlutürk ve Rüçhan Çakaralmaz birlikte de gelirler, bir iki
bardak da bir şeyler içer, türküler söylerdik. Zaman zaman da tez, araştıra,
ödev yapan öğrencili ya da başka kişiler gelirdi ve burada daha farklı ortamlar
olurdu.
Bir
zamanlar böyleydi yaşam. Şimdi ise yazmaya ağırlık veriyorum ve de her gün
yazıyorum. Sanırım iki yılı geçti, son zamanlarda da mektup yazmaya, bazı
konuları böyle anlatmaya başladım. Günlüklerim ve mektuplar sanki de geçmişteki
çok yönlü uğraşılarımın yerini aldı. Toplumda yok denecek kadar azalan mektup
yazma alışkanlığını yaşatmayı seviyorum ve bunu hep sürdüreceğim.
“Mektuplarımı
okusan da okumasan da yazacağım” demiştim girişte. Kalemin döndüğünce yazacağım.
Diyor, yüzündeki acı gülümsemenin mutluluk gülümsemesine dönüşmesini diliyor
sevgilerimi iletiyorum.